Hayatımın En Mutlu Anıymış, Bilmiyordum…

Eğer acı ya da pişmanlık gibi hisler bir cümle olsaydı, kesinlikle bu olurdu: “Hayatımın en mutlu anıymış, bilmiyordum…”

En son lise son sınıftayken okumuştum Masumiyet Müzesi’ni.  Ve neden bilmiyorum ama aradan tam 7 yıl geçti ve bir şekilde yeniden okumak istedim. İlk defa okumuşçasına etkisinde kaldım. Bu yüzden de son birkaç haftadır 1970lerin İstanbul’unda, daha güzel Türkçe konuşan insanların arasında ve hatta Kemal ile Füsun’un yanında, Merhamet apartmanındayım.

Ve biliyor musunuz, bazı kitaplar hayatın belli dönemlerinde ikinci ve hatta üçüncü kez okunmayı hak ediyor. Mesela hiç aşık olmamışken, hiç terk etmemiş ya da terk edilmemişken, hiç canınız yanmamışken sadece kitaptaki karakterleri dinliyorsunuz. Size çok fazla çarpmıyor ya da içinizde bir şeyleri devirmiyor kelimeler. Ama hayata karşı acı ya da tatlı deneyimler kazanıp sonrasında böyle bir kitabı okuduğunuz zaman, her cümlede kendinize ait bir şeyler buluyorsunuz. Cümleler ya da karakterlerin başından geçen olaylar kalbinizi gerçekten acıtabiliyor. Yaşadığınız ama bir kelime bulup da adlandıramadığınız hislerin ne olduğunu görebiliyorsunuz. Ki zaten kitapları büyülü yapan şey de tam olarak bu bence.

İşte Masumiyet Müzesi’ni yıllar sonra yeniden okumak bana bunları hissettirdi ve düşündürdü. Yaşadığım bazı şeylerin ismini buldum, bazı şeyleri sadece ben yaşıyorum zannederdim, yanıldığımı gördüm. Acımak, sevmek, istemek, teslim olmak, korkmak ya da güvenmemek gibi birçok duyguyu bu defa daha çok anlayabildim, hissedebildim. O yüzden bu kitabı yeniden okumak, hissettiklerimi içimde bir yerlerde konumlandırabilmem açısından çok iyi oldu.

Şimdi gelelim Masumiyet Müzesi’nin konusuna…

Hala okumayanlar varsa eğer bu cümleden sonrasını bence okumayın ve kitaba bir an önce başlayın. Sonrasında burada buluşalım yeniden… 😊

İstanbul’a Dair Müthiş Detaylar…

Kitap, 1974 ile 2000’lerin başı arasında geçen aşk romanı aslında.  Biri zengin diğeri orta halli iki aile üzerinden geçmişe dönüşler ve hatıralarla birlikte 1950-2000 arası İstanbul hayatını anlatıyor. (Ve İstanbul’a dair müthiş detaylar var.)

Tekstil zengini Basmacı ailesinin oldukça kültürlü ve 30 yaşındaki oğulları Kemal, Sibel ile nişanlanmak üzeredir. Ve bir gün, Sibel’e çanta almak üzere gittiği bir dükkanda  tezgahtarlık yapan, uzun zamandır görüşmedikleri akrabalarının kızı olan Füsun’u görür. Görür görmez de etkilenir. Tabi Füsun da aynı şekilde ondan etkilenir.

Kemal, zamanla Füsun ile buluşmaya ve birlikte olmaya başlar. Bu arada Füsun üniversite sınavlarına da hazırlanmakta ve Kemal ile birlikte matematik çalışmaktadır. Bu buluşmalar Kemal’in statü açısından kendisine ve ailesine denk olan Sibel ile nişanlanmasıyla son bulur.  Fakat Kemal, Merhamet apartmanında Füsun’u beklemeye devam etmektedir (derin bir aşk acısıyla…) Aradan zaman geçer ve gün geçtikçe daha da mutsuzlaşan Kemal, kendini Füsun’dan kalan eşyalarla zaman geçirerek avutmaya başlar.

Ve Kemal’in babasının ölmesiyle, Füsun’dan Kemal’e  taşındıkları evin adresinin yazdığı bir not gelir. Adrese giden Kemal, Füsun’un evlendiğini öğrenir. Bu arada kocası Feridun, Füsun’a çocukluğundan beri âşık, şişman ve sevimli, işsiz bir genç bir sinemacıdır. Zamanla Kemal, Füsunların evine gidip gelmeye başlar ve Füsun’un ona ulaşma sebebinin, kocasının çekeceği Yeşilçam filmi nedeniyle duydukları para ihtiyacı olduğunu anlar. Kemal buna rağmen çekilecek filmin finansörü olmayı kabul eder. Füsun eve davet ettiği halde Kemal ile oldukça mesafelidir. Arada ufak yakınlaşmalar olsa bile ortak geçmişlerine dair bir işaret vermemesi Kemal’i ondan uzaklaştırmamaktadır. Füsun’un annesi Nesibe Hanım’ın, Füsun’un evliliğinin namusunu kurtarmak için yapılmış geçici bir ilişki olduğunu anlatması ve er geç Füsun’la birlikte olacaklarını ama sabırla beklemesi gerektiğini öğütlemesi Kemal’e şevk verir. Ve zamanla Füsun’u kaybedeceği korkusuyla ona ait nesneleri gizlice alarak biriktirmeye başlar ve her hırsızlık ertesinde eve getirdiği değerli hediyelerle suçunu örtmeye çalışır. ”

Sonunu söylemek istemiyorum… Çünkü, büyüsünü bozmak istemiyorum… Ama en başından itibaren birinci tekil kişi anlatımıyla ilerleyen kitabın son sayfalarında, Kemal son sözünü söyleyip romanın geri kalan kısmını kitabın kahramanı olan yazar Orhan Pamuk’a bırakır.Ve Kemal’in son sözü benim için çok değerli…

Şunu söyler Kemal, onca yaşanan acı tatlı hatıranın ardından;

 ‘ Herkes bilsin, çok mutlu bir hayat yaşadım. ‘  

Bu cümle her defasında un ufak ediyor içimi.

Toparlamak gerekirse… Bence güzel olan ” Ben çok güzel bir hayat yaşadım.” diyebilmek. Bu cümleyi kurabilmek… Çalmadan, çırpmadan, ziyan etmeden, -mış  gibi yapmadan ve sadece olduğunuz gibi davranarak. Bu kitabı okuyunca belki hayatınız değişmeyecek ama çok daha farklı bir pencereden bakacaksınız birçok şeye. Ben, başta da söylediğim gibi, bir şeyleri adlandırabilmem, hayat ve hayat içerisindeki tercihlerimle alakalı birçok şeyi yeniden düşündüm, sorguladım. Ve bana iyi geldi.

Hala okumayanınız varsa bir an önce okumanızı tavsiye ederim.

** İçimden geldi…***

Ve dilerim ki, bir gün tüm yaşadıklarımızın ardından biz de Kemal gibi, “Ben çok mutlu bir hayat yaşadım.” diyebilelim.

Sevgiler…

Kategoriler: OKUMAK GÜZELDİR
tastimcemberimden

Yazan:tastimcemberimden Yazarın tüm gönderileri

Selam, ben Fatma, Halkla İlişkiler ve Reklam bölümü doktora öğrencisiyim. Burada bana ilham veren kişilerin öykülerini, okuduğum kitapları, izlediğim film ya da belgeselleri yani beni çemberimden taşıran şeyleri paylaşıyorum. Eğer sen de ilhamını bulmak ve çemberinden dışarı taşmak istiyorsan bu öğrenme yolculuğunda bana eşlik edebilirsin.

Bir cevap bırakın

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Çerez Notları

Web sitemizde çerezler kullanılmaktadır. Bu siteyi kullanmaya devam ederseniz bundan memnun olduğunuzu varsayacağız.