Merhaba sevgili okur☺️
En son ekimin ilk günü, şu malum Dünya Kahve Günü’nde yazmışım. Gene araya baya zaman girdi. Ne zaman istikrarlı olacağım dediysem böyle oluyor zaten. Ama işte bazen oturup yazmaya vakit yetmiyor, bazen de her gün kayda değer geçmeyebiliyor.
Birkaç gün önce haftalık programımı yapmak için gittiğim bir kafede, İranlı yazar Samed Bahrengi’nin Küçük Kara Balık kitabını okudum. 52 sayfalık kitap bir çırpıda bitti. Büyük denizleri merak eden minnacık bir balığın hikayesini anlatıyordu. Ve, bir çocuk kitabı bile olsa, bitirdikten sonra ister istemez büyük denizlere açılmayı istiyorsunuz. (Malum gitgide yaşanmaz hale gelen bir dünyada nefes alıyoruz) Kendi adıma söyleyeyim, BEN o büyük denizlere gidebilmeyi ÇOK İSTEDİM.?
Ama Gerçek Hayat Peşimi Bırakmıyordu.
Tabi o esnada büyük denizleri bir yana koyup, esas okumam gerekenleri halletmem lazımdı. İki makale, bir kelime araştırması (-simülasyon) ve bir de Douglas Kellner adında bir yazarın Medya Gösterisi isimli kitabı. Neyse başladım kitaba. En başta biraz sıkıcı geldiği için biraz ara verdim. Ama kitabı sınıfta tartışacağımız gün yaklaştığı için mecburen tekrar elime aldım ve okumaya başladım. Sayfalar ilerledikçe kitap hoşuma gitmeye başladı. Bitirdikten sonra ise kendimi, arkadaşlarıma o kitabı tavsiye ederken buldum. Peki bu kitap ne anlatıyor? diye soracaksınız haklı olarak. Şöyleki, adından da anlaşılacağı üzere, medya gösterisi, toplumu ilgilendiren ya da ilgilendirmeyen olayların haddinden fazla allanıp pullanarak bir gösteri gibi gündeme getirilmesi ve bu sayede hem toplumsal hem de politik hayatın şekillendirilmesidir. Şekillendirirken de kullandığı en önemli araç, kitle iletişim araçlarıdır ( TV ve İnternet başta olmak üzere). Dikkatimizi çekebilmek için kullandığı yöntem ise, tabi EĞLENCE! Hatta, Gösteri Toplumu/Medya Gösterisi kavramlarını kuramsallaştıran Fransız teorisyen Guy Debord, gösteri için şöyle diyor; ‘ Gösteri, tüketimin toplumsal hayatı işgal etmeyi başardığı andır.’ Yani dev markaların ve şirketlerin, sadece kârlarını arttırıp başarılı olabilmek için ekranlarda durmadan, ‘ Şunu al, bunu tüket, buna da ihtiyacın var’ mesajlarını araya sıkıştırdığı o gösterileri sadece itaatkar bir şekilde izlemekle kalmıyor ve hemen ardından satın almak üzere yerimizden kalkıyoruz. Ve üstelik satın aldıklarımız sadece somut şeyler olmuyor. Cebimizdeki yeni telefon, üzerimizdeki sezonun en yeni trend kazağı ve gittiğimiz dizaynı mükemmel kafeler, restoranlar… Bize kendimizi daha zengin, daha ayrıcalıklı, daha iyi hissettirerek soyut kazançlar da satın aldırıyor. Fakat bu soyut kazançların geçici olduğunu söylemekte fayda var. Çünkü o hisler kalıcı olsaydı, tüketim bu kadar hızlı olmazdı.
Kitabın devamı, ünlülerin medya gösterisi haline gelmesi ( ki en iyi örnek, medya gösterisi uğruna adeta Tanrı gözüyle bakılan Michael Jordan örneği) ve markaların bireyleri farklı bir hayat tarzı yaşamaya mecbur bırakması ( Mc Donaldlaşma), bir dizi gibi izlenen, dev gösteri O.J. Simpson Cinayet Davası şeklinde devam ediyor. Ki benim en çok hayretler içerisinde kaldığım kısım, O.J. Simpson cinayet davasıydı. Hatta merak edenler buradan da ayrıntısına bakabilir.
Aslında kitap hakkında yazılacak ve üzerine konuşulacak çok şey var. Bence vaktiniz ve biraz ilginiz varsa kendiniz okuyun derim ben. Hatta eğer kitabı okursanız üzerine bir de The Truman Show filmini izleyin. Çünkü kitapta bahsedilen, medya gösterisini de, ondan etkilenen gösteri toplumunu ve onun oyuncağı haline gelip, içinde kocaman boşluklar oluşan insanları da burada gayet açık bir şekilde görebilirsiniz. Eğer görmek istiyorsanız tabi. Yani tüm bunlara bir deli saçması da diyebilirsiniz. Ama eğer içinizde, yazının ta en başında bahsettiğim o Küçük Kara Balık’ın merakından birazcık ta olsa varsa, kitap ta film de gerçekten anlamlı gelecek ve belki de bir gün, içine hapsolduğunuz kabuğu kırmak isteyeceksiniz. Bu hepimiz için geçerli.
Belki,
Belki balık haklıdır, belki dünya sandığımız, bu minik gölde yaşamak değildir.
Keyifli okumalar, keyifli seyirler.???