Güzel olan ne biliyor musunuz? Güzel olan ” Ben çok güzel bir hayat yaşadım.” diyebilmek. Çalmadan, çırpmadan, ziyan etmeden, -mış gibi yapmadan ve sadece olduğunuz gibi davranarak. Ben bugün herkesin olduğu gibi davrandığı yerdeydim. Doğrularıyla ya da yanlışlarıyla; Masumiyet Müzesi’nde… Hadi, siz de buyrun.
Ertelemeyi hiç sevmem, hele ki bu çok sevdiğim bir şey olursa. Ama maalesef hep planladığımız gibi yürümüyor hayat. Bu yüzden çok istediğim halde zaman aldı Masumiyet Müzesi’ne gitmem. Stajıydı, telaşıydı derken bir türlü olmadı yani. Neyse ki haftasonu, muhteşem bir enerjiyle yataktan fırladım ve Beyoğlu’na doğru yol aldım. Kendime güzel bir kahvaltı ısmarladıktan sonra da Postacı sokaktan Çukurcuma’ya doğru başladım yürümeye. Duvarlarını sarmaşıkların süslediği, kapısında renkli vosvosların olduğu, ‘sımsıcak poğaçaaa’ diye bağıran amcanın sesinin yankılandığı sokağın keyfini çıkara çıkara yürüdüm. Ve orada işte, tam köşede Merhamet Apartmanı( yani Masumiyet Müzesi) !
İndirimli öğrenci biletimi alıp girdim içeri. Ha, bu arada giriş biletleri öğrenci fiyatı 10 TL ve eğer 5 TL daha verirseniz müzeyi Sennheiser desteği ve Guideport ekipmanlarıyla Türkçe ve İngilizce olarak sesli rehber eşliğinde gezebilirsiniz. ( Orhan Pamuk’un sesinden Türkçe ve British Council Bölgesel Sanat Direktörü Gregory Nash’in sesinden İngilizce olarak ).
Neyse, taktım kulaklığımı ve içeri girdim. Ve o an ne hissettim, biliyor musunuz? Parmaklarımı sayfalarında gezdirdiğim kitabın içindeymişim, hatta az sonra belki Füsun ve Kemal’le bile karşılaşırım gibi geldi. Kemal ve Füsun… Onların kim olduğunu bilmek için veya müzeyi gezerken zevk alabilmek için kitabı okumaya gerek yok. Tıpkı kitabı anlamak için müzeyi gezmeye gerek olmadığı gibi. Çünkü Pamuk, kitapla müzeyi hep birlikte düşündü ve zaten sesli rehber eşliğinde gezdiğiniz için her şeyi kolayca anlayabiliyorsunuz. Ama isterseniz ben yine de kitap hakkında biraz bilgi vereyim.
Eser, 1974 ile 2000’lerin başı arasında geçen aşk romanı aslında. Biri zengin diğeri orta halli iki aile üzerinden geçmişe dönüşler ve hatıralarla birlikte 1950-2000 arası İstanbul hayatını anlatıyor. (Müzede ise anlatım görsel olarak yani kahramanlarının kullandığı, giydiği, işittiği, gördüğü, biriktirdiği herşey, düzenli bir biçimde kutu ve vitrinlerde sergilenerek veriliyor.) Tekstil zengini Basmacı ailesinin oldukça kültürlü ve 30 yaşındaki oğulları Kemal, Sibel ile nişanlanmak üzeredir. Sibel’e çanta almak için bir dükkana gider ve orada tezgahtarlık yapan, uzun zamandır görüşmedikleri akrabalarının kızı Füsun’u görür. Füsun’dan etkilenen Kemal, zamanla Füsun ile buluşmaya ve birlikte olmaya başlar. Bu arada Füsun üniversite sınavlarına da hazırlanmakta ve Kemal ile birlikte matematik çalışmaktadır.Bu buluşmalar Kemal’in statü açısından kendisine ve ailesine denk olan Sibel ile nişanlanmasıyla son bulur. Fakat Kemal, Merhamet apartmanında Füsun’u beklemeye devam etmektedir. Aradan zaman geçer ve gün geçtikçe daha da mutsuzlaşan Kemal, kendini Füsun’dan kalan eşyalarla zaman geçirerek avutmaktadır. Ve Kemal’in babasının ölmesiyle, Füsun’dan Kemal’e taşındıkları evin adresinin yazdığı bir not gelir. Adrese giden Kemal, Füsun’un evlendiğini öğrenir. Bu arada kocası Feridun, Füsun’a çocukluğundan beri âşık, şişman ve sevimli, işsiz bir genç bir sinemacıdır. Zamanla Kemal, Füsunların evine gidip gelmeye başlar ve Füsun’un ona ulaşma sebebinin, kocasının çekeceği Yeşilçam filmi nedeniyle duydukları para ihtiyacı olduğunu anlar. Kemal buna rağmen çekilecek filmin finansörü olmayı kabul eder. Füsun eve davet ettiği halde Kemal ile oldukça mesafelidir. Arada ufak yakınlaşmalar olsa bile ortak geçmişlerine dair bir işaret vermemesi Kemal’i ondan uzaklaştırmamaktadır. Füsun’un annesi Nesibe Hanım’ın, Füsun’un evliliğinin namusunu kurtarmak için yapılmış geçici bir ilişki olduğunu anlatması ve er geç Füsun’la birlikte olacaklarını ama sabırla beklemesi gerektiğini öğütlemesi Kemal’e şevk verir. Ve zamanla Füsun’u kaybedeceği korkusuyla ona ait nesneleri gizlice alarak biriktirmeye başlar ve her hırsızlık ertesinde eve getirdiği değerli hediyelerle suçunu örtmeye çalışır. ” Ve sonunu anlatmadığım roman devam eder. Başından itibaren birinci tekil kişi anlatımıyla ilerleyen kitabın son sayfalarında, Kemal sözü kitabın kahramanı olan yazar Orhan Pamuk’a bırakır.
Müzede beni fazlasıyla etkileyen eşyalar yetmezmiş gibi ( Füsun’un elbisesi, inci küpesi, fincandaki kurumuş kahve …) duvardaki söz de un ufak ediyor kalbimi. ‘ Herkes bilsin, çok mutlu bir hayat yaşadım. ‘ Şimdi ayrılıyorum müzeden, kitabın sayfalarından, vitrinlerdeki hatıralardan. Bir başka müze gezisinde yeniden görüşmek dileğiyle. Ha, unutmadan; siz de tıpkı Kemal gibi, ‘Çok mutlu bir hayat yaşadım’, diyebilecek kadar mutlu bir hayat yaşayın !