Hayat ne garip…
Yaşadığın süre boyunca milyon kere, hayatını temize çekmeye çalışıyorsun. Ama süresi dolunca, yine bir şekilde dağılıp bozuluyor.
Düzene soktuğunu sandığın ilişkiler ve konuşmalar, yine bir şekilde kördüğüm oluyor.
Hayatını, kalbinin mi yoksa mantığının mı üzerinde sabit kılmak kolay?
Bunun cevabını hiçbir zaman veremiyorsun.
Karma karışığız çünkü…
Arkadaşlıkta ve aşkta, “Buna değer mi?”sorusunu sormaktan ne mantığını yenebiliyorsun ne kendini kandırmaktan alıkoyabiliyorsun. Ama her iki türlü de kendini ortaya koyamamak yani bir ilişkide kendini konumlandıramamak…
Belirsizliğin içinde kaybolmak.
Ve bu belirsizliğin yarattığı körlükte, erteleyip geciktirdiğin ya da üzerinden atlayıp geçtiğin ne varsa hepsi seni bambaşka bir insan yapıyor.
Tatsız tuzsuz bir yemek gibi geçiyor günlerin sonra. Çekmecenin dibinde unutulmuş tahta kaşık gibi hissediyorsun.
Üzerine not alınmak için kullanılıp sonrasında kuytu köşede unutulan eski bir fatura gibi…
Ama…
Ama böyle olmamalı.
Bulanık sularda yüzmek hiçbir koşulda mantıklı değil.
Seni senden uzaklaştırıp, kendine de yaklaştırmayan yani aslında hep eşikte bırakan hiçbir dostluğun ya da aşkın mantığı/vicdanı yok.
Yaşama arsızıyız ve hepimizin hayatı bir şekilde birbirine bağlı.
Evet.
Dokunmak zorundayız birbirimize.
Bu da doğru. Ama çok kaptırmadan ya da arada bir de olsa bir halı gibi silkeleyebilmeliyiz kendimizi.
Başka türlü zor. Çok zor.