Selfie çılgınlığını duymayan denemeyen kalmadı. Avrupa’da yılın kelimesi seçilirken, bizimkiler de ‘Acaba ne yapsak ta Türkçeleştirsek ? ‘diye tartışıp durdular. Blogcular hiç durmadan yazdı. Nasıl başladı bu çılgınlık diye. Fakat Yekta Kopan bu çılgınlığı Fil Uçuşu adlı blogunda şöyle özetledi : ‘Bir kol boyu mesafeden kendini tanımlamak. ‘ İşte yazının tamamı 🙂
Bir Kol Boyu Mesafe
Bir kafede otururken yan masada, yolda yürürken otobüs durağında, fazla şekerli bir manzaranın önünde, gece eğlencesinin en kahkahalı anında, elindeki akıllı telefonu yüzüne çevirmiş, kendi fotoğrafını çeken birini görmeden gün geçmiyor. Artık herkes biliyor bu eylemin adını; selfie. Yani bir kişinin telefon kullanarak kendi fotoğrafını çekmesi ve daha sonra internette paylaşması. Kelime, 2013 yılı içindeki kullanım oranıyla Oxford Dictionary tarafında yılın kelimesi seçildi. Çağın, dile yeni armağanı.
Suretine bir kol boyu mesafede duran insanlar. Akıllı telefonu, avuç içlerinde maharetli bir şekilde tutan, yüzlerinin daha iyi görülmesi için vücutlarını geriye doğru tatlı bir açıyla yatıran insanlar. Objektifi üstte tutup, kısık gözlerle ve ördek gagası dudaklarla kendi kendilerine seksi poz veren insanlar. Objektifi altta tutup, şişirilmiş yanaklarıyla çizgi film karakteri taklidi yapan insanlar. Hatta objektifi popolarına tutup bootyselfie/buttselfie çeken insanlar. Liste uzayıp gider. Değişmeyen şey, ortaya çıkan fotoğrafın bir kol boyu mesafede olması.
Oysa, hikayenin başlangıcı farklı. Tarih yolculuğu yaptığımızda, ilk dönemlerde bu “kol boyu” meselesinin olmadığını görüyoruz. Otomatik çekime kurulan makinelerin karşısına geçmek, ancak günümüz selfie’lerinin ataları olarak kabul edilebilir. Bu bakış açısıyla bilinen ilk selfie, 1839 yılında kameranın karşısında bir dakikadan uzun bir süre kıpırdamadan durarak bu deneyi başarıyla sonuçlandıran Robert Cornelius’a ait. Cornelius’un zorlu çekim sürecinin teknoloji sayesinde birkaç adım öteye taşınmasıyla, 1900 yılında çekilmiş selfie’ye bakınca çok daha derin bir okumayla karşılaşıyor insan. Kodak Brownie makineyle çekilmiş bu fotoğrafta, objektifin karşısında bir kadın var. İngiliz tarzı döşenmiş odanın bir köşesindeki raflar fotoğraflarla dolu. Bunlara bakınca, konuyla ilgilenen, belki de profesyonel olarak fotoğrafçılık işi yapan bir ortamda olduğumuzu anlıyoruz. Kadın bir boy aynasını, koltuğun üstüne dayayarak, istediği açıyı yakalamış. Taşınabilir Kodak Brownie’yi de bir sehpanın köşesine koyarak sabitlemiş. Netliği aynadaki görüntüsüne yapıp beklemiş. Bakışlarında, günümüzün selfie’lerindekinden çok farklı bir şey var: Bilimsel bir araştırmanın orta yerinde, sonucu merakla bekleyen bir insanın gerginliği diyebiliriz.
Tarih yolculuğunu yaparken Velazquez’in benzersiz Las Meninas’a uğramadan olmaz. Focault’dan Eco’ya çok sayıda ismin mercek altına aldığı tabloda, aynanın sadece mekanda değil, düşüncede yarattığı sürekliliğe şapka çıkarıp, merkezde yer alan küçük prenses Margarita Maria’ya bakalım. Çünkü bu figür bizi Rus Granddüşesi Alexandra Nikolaevna’nın 1914 tarihli selfie’si ise bilinen ilk ergen selfie’sine getiriyor. O tarihte on üç yaşında olan Nikolaevna, fotoğrafı bir arkadaşı için çekmiş ve yolladığı mektupta da şöyle demiş: “Bu fotoğrafı, aynaya bakarak kendim çektim. Ama çok zordu, çünkü ellerim titriyordu.”
Oysa 2000’lerden beri adı konmuş şekilde olan selfie’lerde eller titremiyor. Görünürlüğü üstünde söz sahibi olmak isteyen bireyin, suretiyle yeniden tanışması çağından geçiyoruz. Bulanıklık sadece çözünürlükle ilgili bir mesele haline geliyor. Üstelik bunun tedavisi de olası; akıllı telefon ve internet üstü çok sayıda uygulama ile selfie’ler daha da özel/güzel kılınabiliyor. Kendinizi daha seksi, daha uzun, daha kısa, daha zayıf, daha komik gösterebiliyorsunuz. Fotoğraf bir anda 70’lerin havasına da bürünebiliyor ya da ucu yanık eski bir kare de olabiliyor. Seçenekler dünyası, suretinizi yeniden üretmek ve dilediğinizce çoğaltmak/paylaşmak konusunda benzersiz seçenekler sunuyor. Elipsis’in kurucusu Sinem Yörük, sanatatak.com söyleşisinde, “Fotoğraf, her an, herkesin yapabileceği bir eylem haline geldi. Bu da onu son derece demokratikleştiriyor. Diğer yandan iyi olmak, farkına varılmak için de çok daha fazla çaba gerektiriyor,” diye başlıyor söze. Günümüzün akıllı telefon/uygulama/paylaşım siteleri üçgeninde okunabilecek bu yorum, selfie’ler için de geçerli. Bütün bu atmosferin pratikteki yansıması ile ilgili olarak da “Böylesi fotoğraflarla insanlar, çoğu zaman, kendilerini olduğu gibi değil; aslında olmak istedikleri gibi ortaya koyuyorlar. Ayrıca her yenilen yemek, içilen içki, giyilen kıyafet ve selfie’ler çok sıkıcı bir hal alıyor. Etkilemekten ziyade tam tersi bir etki yaratıyor çoğu zaman. Herkes aynı şeyleri yapıp, aynı yerlere gidiyor. İşi basitleştirebiliyor. Bakmaz hale geliyorsun. Bu durumda, orijinal ve dürüst kalmayı başarabilen beni etkiliyor,” diyor Sinem Yörük. Orijinal ve dürüst kalmanın olanaksızlaşmaya başladığının farkında bir yorum.
Kişinin, bir kol boyu mesafeden, varlığını görünür kılma çabasının, popüler örnekleri her gün karşımızda. Hollywood yıldızlarından politikacılara, Türk dizi oyuncularından düşünürlere, herkes bir kol boyu mesafeden kendisine bakmaya uğraşıyor ve dünyayı da bu görünürlüğü ‘beğen’meye davet ediyor. Chomsky’nin bile selfie’si var sonuçta. “İyi Bir Selfie Nasıl Çekilir?” kitaplarından, yapılmaması gerekenler kurallarına, görünürlüğü çoğaltmak için kullanılacak ‘hashtag’ listelerine kadar çok sayıda dinamik uçuşuyor ortalarda. Tuhaf haberlerle de karşılaşıyoruz kimi zaman. Geçen aylarda Birmingham’da bulunan Alabama Üniversitesi’nde öğrenci olan bir genç kızın, Instagram üzerinden paylaştığı fotoğraf, sanki etik bir sorgulamayla değil, “Neden bunu daha önce ben düşünemedim?” gerginliğiyle ayağa kaldırdı dünyayı. Genç kız, üniversitenin biyoloji departmanında bulunan kadavraların arasına girerek çekmişti fotoğrafını. Düşlerini göstererek güldüğü selfie’nin arka planında bir ceset vardı yani. Gelen şikayetlerle Instagram fotoğrafı kaldırdı, okul yönetimi de inceleme başlattıklarını duyurdu. Haber takibi yapmayacağımız, sonucunu merak etmediğimiz bir inceleme. Ama emin olduğumuz tek şey, bu fotoğraftan sonra, genç kızın takipçi sayısında ciddi bir artış olduğu. Belli ki, kızın orijinal ve dürüst davrandığını düşüneneler çoğunlukta.
Televizyon yayıncılığından reklam sektörüne yayılan bir etki söz konusu. Bütün bu karmaşa içinde tektipleşen, yok olan bireyin, kendini yeniden konumlandırmak için bulduğu yol, yeni bir tektipleşmenin başlangıcı. Özgürleşmeye kaçarken, yeni bir çerçevenin içine sıkışma hali. Etkileri sadece fotoğraf sanatıyla ya da plastik sanatların farklı disiplinleriyle sınırlı kalmayacaktır. Otoportrenin mesafesi giderek daraldı. Artık kendimize bir kol boyu mesafeden, ışığı yüzümüze düşürecek açıları eğilip bükülerek belirleme kaygısıyla, dünyanın her köşesinde kelimeleri aynı olan bir cümlenin ezberiyle bakıyoruz.
Yine de arada bir o selfie’lerin fonunda neler olup bittiğine bakmakta fayda var. Dünyanın garip yolculuğu kendini o detaylarda gösteriyor.
Kaynak: http://filucusu.blogspot.com.tr/
Kategoriler:
KEŞİF