Küçükken sevgi görmeyi istemek normaldir. Ama ya o sevgi hiç gelmezse? Netflix’in 2025 yapımı mini dizisi Adolescence’i dün akşam izledim. Ve hala etkisindeyim.
Dizi “görülmemiş çocukların” çığlığı, “yorgun ailelerin” sessizliği ve toplumun önyargılarla kurduğu mahkemenin aynası.
Hikâye, 13 yaşındaki Jamie’nin sınıf arkadaşı Katie’yi öldürmekle suçlanmasıyla başlıyor. Ancak dizi, “bu olayın suçlusu kim” sorusunun ötesine geçerek, “bu noktaya nasıl gelindi?” sorusunu merkeze alıyor.
Jamie’nin geçmişi, ev içi dinamikleri, okulda yaşadığı zorbalık, arkadaş çevresi ve maruz kaldığı dijital içerikler; hepsi olayın arkasındaki karanlık yapı taşlarını oluşturuyor.
Adolescence, suçu bir bireysel eylemden çok, görmezden gelinmiş bir yalnızlığın sonucu olarak ele alıyor. Ergen bir çocuğun ilgisizlik ve sevgisizlikle dolu bir ortamda, sosyal medyada rastladığı zararlı ideolojilere nasıl kapıldığını, erkeklik algısının nasıl çarpıtıldığını ve çevresiyle kurduğu bağların nasıl zedelendiğini bütünlüklü bir şekilde işliyor.
Dizideki en sarsıcı anlardan biri, Jamie’nin çocukluk anılarına dair şu ifadesiydi:
“Sporda iyi değildim. Topa bile vuramazdım. Ve vuramadığım zaman babam hep gözlerini kaçırırdı.”
O an anlıyoruz ki, çocuklar bazen “kızgınlıktan” değil, görülmemekten kırılıyorlar. Ve bir yetişkinin göz kaçırması, çocuk için “ben yetersizim” anlamına dönüşebiliyormuş meğer. Bir de 4. bölümdeki yüzleşme sahneleri, anne ve babanın oğullarına olan sevgisini nasıl utanca, pişmanlığa, hatta özleme dönüştürdüğünü görüyoruz.
Ve şu cümleleri beni o kadar etkiledi ve üzdü ki…
“Gece ışığı hep yanardı odasında… biz seslenirdik, bir şey demezdi… Evinde, odasında güvende olduğunu zannederdik.”
Ama mesele sadece evin içi değil. Jamie’nin suçlanmasının ardından, babasının arabasına sprey boyayla “sübyancı” yazılıyor. Bu da toplumun, yalnızca çocuğu değil; onunla bağ kuran herkesi cezalandırma eğilimini gözler önüne seriyor. Yani suç bireysel olsa da, yargı toplu veriliyor.
Peki ne yapılmalı?
Gençlerin, çocukların sadece başarılarını değil, varlıklarını takdir etmeyi öğrenmeliyiz.
Aile içindeki sessizlikleri “inat” değil, yardım çığlığı olarak duymayı denemeliyiz.
Sosyal medyada hangi içeriklere maruz kaldıklarını takip etmeli, erkekliği öğreten algoritmalarla yüzleşmeliyiz.
Ve belki en önemlisi…
Geceleri ışığı açık kalan bir odanın kapısını, sadece seslenerek değil; yaklaşarak, anlayarak çalmalıyız.
Bu diziye mutlaka bir şans verin.🌟