Gün, sabah olmuş çoktan. Delice bir yağmur, rüzgarı koluna takmış, döne dolaşa, yerdekileri kaldırıp sonra tekrar yerine fırlatarak geziyor tüm sokağı. Evlerin, ağaçların, kaldırımların ve arabaların rengini bir ton daha koyulaştırıyor. Tüm bunları çiçeksiz penceremde, elimde dumanı tüten çayım, büyük bir sakinlikle izliyorum.
Az sonra sokağa, arkasına ev eşyaları yüklenmiş kırmızı bir kamyon giriyor. Ardından bir başka araba daha. Fakat onda pek fazla eşya yok gibi. Karşımızdaki üç katlı, kahverengi binanın önünde duruyor. Diğer araçtakiler de bir bir çıkıyor. Kırk yaşlarında uzun, ince yapılı bir kadın, ardından kocası ve çocukları. Kamyon şoförü ile ayaküstü yapılan konuşmanın ardından , kamyonun arkasındaki kalın ipler çözülüyor. Tüm ailenin eşyalara baktığı ve o anda yüzlerine yerleşen o hüzünlü ifade ile tam olarak, 17 yıl öncesine, kısa bir yolculuk yapıyorum. İstanbul’a taşınacağımız ilk güne…
Hatırlayamadığım birçok şey olsa da İstanbul’a taşınacağımız günü çok iyi hatırlıyorum. Hava soğuk olmamakla birlikte sıcak ta değildi, ama rengini kaybetmiş bir gökyüzü vardı tepemizde . Ben en alt katında bir sığıntı gibi yaşadığımız üç katlı binanın karşısındaki kaldırımda , kıvırcık saçlarım dağılmış , annemle babamdaki o tuhaf telaşı izliyordum . Bir iki yatak döşek , rengi solmuş bir halı ve birkaç ıvır zıvırdan ibaret olan eşyalarımızı evin kapısına gelen beyaz pikapa yerleştiriyorlardı . Ne mutluluk ne de hüzün vardı içimde. Zaten beş yaşındaki bir kız çocuğu taşınmakla ilgili en fazla ne hissedebilir ki ? Para, mülküyet ,yeni bir şehir,yeni ve çok odası olan bir ev onun için neyi ifade eder ? Ama gidişimizi kapıdan pencereden izleyen komşularımızın gözlerindeki yaşlar beni şaşırtmıştı . Niye ağlıyordu ki şimdi bu insanlar diye düşündüğümü ve sırf onlar üzülüyor diye üzüldüğümü hatırlıyorum. Oysa mantıklı düşündüğümüzde ağlanacak bir durum yoktu ortada . Biz taşındıktan sonra o evin odalarını başkalarının eşyaları dolduracaktı. Komşularımız onlara da komşu olacaktı. Akşamları kapılarını tıklatıp onlara da bir tabak yemek götüreceklerdi belki de.
Eşyaları yerleştirdikten sonra kardeşlerim, annem, babam ve ben de bindik beyaz pikapa. Araba ağır ağır ilerlerken gözlerimi sonkez sokağa, ağlayan komşularımıza ve akrabalarımıza çevirdim . Küçük sokaklarına , gidişimizden bir haber oyun oynayan çocuklarına ve kaldırımlarına baktım Adana’nın. Hiç birşey hissetmedim o sıcak mevsimli şehre karşı. Bir tek ben hissetmedim. Çünkü, bir şehri geride bırakmanın ne demek olduğunu bilmiyordum henüz.
Bindiğimiz otobüs sınırları aşıp bizi İstanbul’un o kocaman boğazıyla tanıştırdığı anda sanki bambaşka bir gökyüzünün altındaydık. Hepimizin yüzünde aynı ifade vardı. Şaşkındık. Bir omzunda Boğaz bir omzunda Hisar, kalbinde Kız Kulesiyle karşımızdaydı işte. Ne kadar güzel ne kadar da kusursuzdu. Hem yeşil hem maviydi. Yeşilin ayaklarının ucunda maviler, mavilerin tepesinde martılar ve onlara gemilerden simit atan insanlar vardı. Evinin kapısını sonuna kadar açan ve bütün hünerlerini göstermeye çalışan misafirperver bir kadın edasındaydı İstanbul. Tatlı bir bayram sabahı gibiydi. Hani aslında bütün günler birbirinin aynısıdır ama bir sonraki güne bayram denince içinizi nedensiz bir sevinç kaplar ya, bu da öyle bir şeydi.
Bindiğimiz araba, eşyalarımızın yüklü olduğu olduğu kamyonun ardında ilerliyordu. Kamyon, babamın halasının Kasımpaşa’daki tek bir kibrit çöpüyle yanmaya hazır, ahşap evinin önünde durdu. Annem, babam, kardeşlerim, birer birer indik arabadan. Babamın kafasından geçen soruların zorluğu yüzüne yansımıştı. Annem ellerimden tutuyor, abim ise sokağında koşturacağı yeni evimize bakıyordu. Dalgınlığımız kamyon şoförünün ipleri çözmesiyle dağıldı. Hepimiz gözlerimizi kamyonun arkasına çevirdik. Fakat gördüğümüz sadece komşuların yardımıyla yüklenen eşyalar değildi. Başlangıçtı. Yepyeni bir sayfaydı, ne yazılacağını henüz kestiremediğimiz.
İşte şimdi aynı manzara, kişiler farklı olsa da tam karşımda yaşanıyordu. Bir başka aile, bir başka evden buraya gelmiş ve kamyonun ardındaki eşyalarına bakıyorlardı. Kısa bir sessizlikten sonra kapı açıldı, eşyalar birer birer indirilip, yeni eve taşınmaya başlandı.
Gülümsüyordum. Çünkü, oradaki umudu görmüştüm. Beyaz bir sayfaya yazılan ilk günü… Ve sadece eşyaların yer değiştirmediğini biliyordum. Taşınınca tıpkı eşyalar gibi tamamını alamadığımız, aldığımızı ise kenara köşeye çarpa çarpa yıprattığımız, eksilttiğimiz duygularımızı da beraberimizde getiriyorduk. Ama yine de bu bir başlangıç diyerek teselli ile karışık tevekkül ediyorduk.