Şu günlerde bir hayli telaşlıyım. Bir yurt dışı seyahati için hazırlanmakta hatta daha hazırlık aşamasında tükenmiş bulunmaktayım. Yahu ne zormuş gitmek! Davetiyesi, pasaportu, bankası, kağıdı falan derken iyice bunaldım.
Geçen hafta eksik olan belgelerden birini alabilmek için SGK’ya gittim. Dışarıda bunaltıcı bir sıcak, içeride ellerinde fişleriyle bekleyen; telaşlı, yorgun bir kalabalık. Aldım fişimi, oturdum beşli sandalyelerin birine. Bana sıra gelmesine en az 30 kişi vardı. Az sonra altmış yaşlarında bir kadın, torunuyla birlikte gelip yanımdaki boş sandalyeye oturdu. Torunu; turuncu, çiçekli bir elbise giymiş, uzun kahverengi saçlarını arkadan örmüştü. Genç kız sessiz ve kendi halinde birine benziyordu. Dünyaya daha yeni gelmiş gibi etrafına bakıyordu durmadan. Yaşlı kadın ise sıfır kol, siyah bir bluz giymiş, dibi beyaz ucu sarı saçlarını da arkadan topuz yapmıştı. Bir yandan elindeki fişe bakıyor, bir yandan da bana bakıp tebessüm ediyordu. Ben de aynı şekilde karşılık veriyordum doğal olarak. Az sonra ‘ Ben de torunum için geldim.’ diyerek kaşla gözle kurduğumuz iletişimi sesliye çevirdi. ‘ İngiltere’ye geri dönecek. Buradaki kağıdı da aldıktan sonra bitiyor işimiz çok şükür. ‘
– Anlıyorum, diyorum. Kırılmış bir aynaya gülümser gibiyim. Yaşlı kadın bir süre etrafına bakıyor, ‘ Bitmedi buraların rezilliği. Ama Avrupa öyle mi ya! ‘ Bilmem, hiç gitmedim ki. Gitsem cevap verirdim, ya da bilmiyorum konuşmazdım herhalde. Sıra kendisine gelince torunuyla birlikte kalktılar. ‘ Allah işini rast getirsin kızım.’ diyerek uzaklaştılar.
Gözlerim karşı taraftaki duvarın hemen dibindeki sandalyede oturan yaşlı bir adama takıldı. Çok yaşlıydı. Fazlasıyla hem de. Üstelik hiç etrafına bakmıyordu. Kendi cumhuriyetini ilan etmiş sonra da pişman olup çekip gitmiş gibiydi. Elindeki fiş olmasa geçerken uğramış zannedebilirdim.
Daha sonra yanıma ağır adımlarla, elinde fişiyle başka bir yaşlı kadın geldi. Uzun, ince yapılı ve kırışmış olsa da çok güzel elleri vardı. Dalgın bir şekilde etrafına bakıyordu. Her an soru soracak gibiydi,ama ne soracağı konusunda kararsızdı sanki. Yanıma oturdu, bir dakika sonra telefonu çaldı. ‘Efendim’i hatırlıyorum bir tek. Çünkü hummalı bir tartışmaya dönüşen konuşmasından anladığım sadece birkaç kelimeydi. Telefonu kapattıktan sonra bana dönerek; ‘Altüstü taşınacaklar, bunu bile tek halledemiyorlar. Gelip ben mi taşıyacağım onca eşyayı ha? Daha napayım ? ‘ diyor. Şaşkın bir halde kendisine baktığımı görünce konuyu baştan anlatma gereği duyuyor. ‘Oğlum yeni evlendi. Ama bir türlü öğrenemedi kendi başına ayakta durmayı. Hep sırtını dayayacak bir ağaç aradı. Eşim vefat etmeden önce…’ devamını getiremeden sıra kendisine geldiği için kalkıp gidiyor. ‘ Neyse kızım, başını şişirdim.’
‘Estağfurullah teyzeciğim, iyi günler.’
Sıra bana geliyor nihayet. Kağıdım elimde, çıkıyorum SGK’dan. Kimseyle konuşmayan yaşlı adama takılıyor aklım. İşte orada, elinde bir kaç kağıt, karşı caddede ,sessizce yürüyor. Yanından geçip gidenler, yoğun trafiğin gürültüsü. Sanki hiçbirini duymuyor. Hiç bu kadar ifadesiz bir yüz görmedim ömrümde. Anlatacak bir şeyi vardı mutlaka. İçeride iki ayrı hayatı yarım yamalak dinledim. İkisi de yaşı ilerlemiş kişilerdi. Galiba yaşlandıkça konuşma, kendini anlatma isteği artıyordu bazılarında. Hikayelerini paylaşma gereği duyuyorlar. Bazılarının ise sözüm ona şu karşı caddedeki adam, hikayesinin üzerine kar yağmış ta baharı bekliyordu anlatmak için.