Kitaplarından önce, karısıyla birlikte intihar ettiğini bildiğim Zweig’ın sadece Satranç’ını okumuştum. Bu da lise yıllarında olduğu için hayal meyal hatırlıyorum.
Aklımda kalan en önemli detay ise, kitapta bahsedilen hikayeden ziyade, Satranç kitabının final kısmı Zweig’in özellikle 1940’lı yıllardaki mutsuz ve umutsuz ruh halini yansıtması olmuştu. Bu dönemlerde Zweig, Nazilerin pek hoşlanmadığı bir yazardı. Hatta yaktıkları kitaplar arasında ilk sırayı Zweig’ın kitapları alıyordu.
Bunalım dolu yıllar
Zweig o bunalımlı dönemde, sürekli bir arayış ve kaçış içinde olduğu için eşinden ayrılıp Portekiz’e doğru yola koyulur. Burada (sanırım) Lotte Altman ile tanışır. Bir süre sonra da evlenirler. Ama Zweig, savaş döneminin verdiği huzursuzluk ve mutsuzluktan ne yaparsa yapsın bir türlü sıyrılamaz. Bazen Homeros bazen Shakespeare okusa bile ve bu okumalar o anlık kafasını dağıtsa bile, bu kitaplar bir süre sonra aynı karamsar düşüncelerin onu boğmasına engel olamaz.
Zweig bir süre sonra Montaigne’nin denemelerindeki ölümden bahsedilen kısmı okur. Montaigne’nin ölüm karşısında özgür olma isteğinden bahsedilen kısım ve ağırlıklı olarak o dönemin zor şartları Zweig’in da ölüm karşısında özgür olma isteğine sebep olur. Ve Nazilerin baskıları karşısında ancak ölüm ile özgürlüğüne kavuşacağına inanan Zweig bir otel odasında eşiyle birlikte geride sadece bir mektup bırakarak intihar eder.
İyi Anlatılan Ruh Halleri
Yani zorlu ömrünün Zweig’a kattığı belki de en önemli şey, insanların ruh hallerini çok iyi tasvir edebilmesidir. Bunu yıllar sonra, gerçekten farkında olarak sadece ona odaklanarak okuduğum, “ Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu”nda bir kere daha anladım.
Bayram tatili için çıktığım yolda, yol tertemiz bir çarşafa dönerken elime aldığım bu kitabı resmen su gibi aktı ve çabucak bitti. Yalın bir dille anlattığı bu kısacık hikayede, o 70 küsur sayfaya rağmen Zweig’in ne kadar büyük bir psikoloji birikimine sahip olduğunu anlayabiliyorsunuz.
Ve son olarak…
Ve son olarak kitap zaten çok kısa olduğu için konusu hakkında sadece, “Bir kadının yaşamı boyunca tutkuyla sevdiği adama yani yazar R’ye yazdığı uzun bir mektuptan bahsediyor. Tabi adam kadının varlığından bile habersizdir. ” diyebilirim.
Zweig kesinlikle okunması gereken bir yazar. Ama kitaplarında en çok neye hassasiyetle yaklaştığını ya da neyi nasıl neden o şekilde tasvir ettiğini anlayabilmek için önce hayatını okumak gerekiyor diye düşünüyorum. Ve şimdiden herkese iyi okumalar diliyorum😌