Merhaba sevgili okur
O kadar çok özledim ki, buraya yazmayı, sizlere kelimelerle dokunmayı, içimden geçenleri, duyup hayret ettiklerimi, isyanlarımı, yenilgilerimi, özlediklerimi, benim İstanbul’umu, kitaplarımı, yeni öğrendiğim şeyleri, şiirlerimi… Tüm bunları anlatmayı o kadar çok özledim ki…
Uzun zamandır deli bir telaşın içindeyim. Üniversitedeki lisans eğitimimi tamamlamaya çalışırken, üzerimden o ‘’ öğrenci’’ sıfatını sıyıracağım günü bekliyordum hep. Çünkü hayallerimde bir gün yeniden İstanbul’a dönmek, o çok sevdiğim sokaklarında dolaşmak ve güzel bir PR ajansında çalışıp kendi mesleğimi yapmak vardı. Ama olmadı. Hem ailevi hem de başka bazı sebeplerden dolayı akademik bir kariyer için yüksek lisansa hazırlanmayı tercih ettim. Pişman mıyım, emin değilim. Bunun sebebi de koşturmayı sevdiğim ölçüde durup dinlenmeyi, okumayı ve bir şeyler karalamayı da aynı ölçüde sevmemdi sanırım. Ama şu sıralar, o kadar yoruluyorum ki…
Çünkü yüksek lisansı kazanınca bir yandan İngilizce kursuna bir yandan da haftanın tam altı günü çalışmak zorunda olduğum yerel bir gazetede işe başlayarak onca dersin, makalenin arasında kendimi çılgın bir koşuşturmanın arasına attım. Ve daima geniş zamanlara alışkın olan ben, şimdi her işi dakikası dakikasına hesaplayarak yapıyorum (doğrusu yapmaya çalışıyorum ve pek de başarılı sayılmam bu konuda) .
Ve artık uzun zamandır bahsettiğim o şeyin, yani kağıdın, kalemin, “Kendi başına ayakta durma”lı bir hayatın, insanların ve onların öykülerinin tam ortasındayım. ( Yerel bir gazetede çalışıyor olmanın belki de en güzel yanı, dudak uçuklatan hikayeler ! )
Koşturuyorum, yoruluyorum, isyan da ediyorum ama ne bileyim seviyorum da bunu. Bu, hayat yani… Koşturmasıyla, telaşıyla, kanatıp acıtmasıyla, ödediğin faturalarla, yeni aldığın yastık kılıfıyla, ‘’evde şu eksik bunu da almak lazım’’ıyla, tam bir hayat yani. Ve kendimi ondan soyutlamadığım ve onun akışına bıraktığım zamanlarda daha iyi hissediyorum. Hele ki tek başıma hallediyorsam, tadından yenmiyor ! Çünkü artık, ‘’ Yalnızlık ya da yalnız olmak’’ gibi kavramlara da artık daha başka anlamlar yüklüyorum. Mesela kişinin varlığı, mutluluğu, hüznü, bir başkasının varlığına bağlıysa ve kişi, o “bir başkası” olmayınca hissettiği şeyi “Yalnızlık” olarak tanımlıyorsa, onun yalnızlığı bence bir uçurumdur. (Kimse olmayınca düşüp durduğu) Ama iç hanesinde, kendini tıpkı bir misafir gibi en iyi şekilde ağırlayan, onu dinleyen ve besleyen kişi de aynı şeye “Yalnızlık” diyorsa o zaman, aynı kavram, uçurumdan ziyade “Uçuran, yükselten ve kuş bakışı bakmayı sağlayan ” bir şey oluyor. Ben, yalnızlığın insanı daima değiştiren, dönüştüren, yücelten ve elbette GÜZELLEŞTİREN taraflarına şahit oldum. Ama eninde, ama sonunda !
Hatta bu kavramı her sabah üzerime adeta giyerek yeni bir şeyin farkına daha varıyorum. Mesela, en zor günleri bir başına atlatabiliyorsan, sonrasında bu zaferi kendi başına da kutlayabiliyormuşsun meğer.
Varlığına şükrettiğim şeyler kadar, yokluğuna, varsa eğer giderek azalışına sevindiğim şeyleri de düşünerek uyanıyorum artık. Ve en az “iyi ki var ” kadar seviniyorum. Bazı şeyler, “iyi ki bitiyor”, bazı şeyler “iyi ki yok” diyorum. Hiçbir şeyi putlaştırıp hayatımın merkezine koymuyorum. Sadece eğer gerçekten inanıyorsam arkasında duruyorum ve asla bırakmıyorum onu. Ve, her gece şunu fısıldıyorum kendime;
‘’ Kıyısından izlediğin ya da dahil olduğun her şey bir gün, öykü olacak. Güzel olması için çabala ! ‘’
Güzel kalın ! ( Bu cümleyi bugün gazeteye kayıp evrak ilanı veren genç bir kadın, tam kapıdan çıkarken söyledi, ne hoş değil mi ? 🙂 )
O halde siz de GÜZEL KALIN !