Bugün yeni işimde ikinci günüm. Ve yeni olmanın o tatlı heyecanı var üzerimde, ama gerginliği kesinlikle yok. Bu harika bir his🧡
Birkaç yıl önce çalıştığım ajansta, özellikte son altı ayım çok yıpratıcıydı. Ve ne yaparsam yapayım kendimi yeterli hissedemiyordum, sanki hep başkaları benden çok daha iyiymiş gibi hissediyordum. Çünkü çok yoğun bir tempoda çalışmama, çoğu kez geç saatlere kadar sunumlar, kampanyalar hazırlamama, aşırı planlı olmama rağmen bunun maddi ve manevi karşılığını alamıyordum. Hep bir yetersizlik hissi ile boğuşuyordum. Bu bir zaman sonra bende “imposter yani sahtekarlık sendromu” denilen bir rahatsızlığa dönüştü.
Peki nedir Sahtekarlık Sendromu?
Şöyle ki,
Kişilerin “başarılarını kendilerinin hak etmediklerini” düşünmeleri, başarılarından ve becerilerinden sürekli şüphe duymaları, bu nedenle de kendilerini “sahtekâr” olarak hissetmeleri şeklinde tanımlanabilecek psikolojik bir durum. Yani elde ettiğiniz bir başarıyı ya da kazandığınız bir zaferi içselleştiremiyorsunuz. Sanki her şeyi şans eseri elde etmiş ve o şeyleri asla hak etmediğinizi düşünüyorsunuz. Ve bu gerçekten insanı çok ama çok yıpratıyor.
Özellikle başarı odaklı, eleştirel ve mükemmeliyetçi bir iş ortamında çalışıyorsanız ya da bu yapıda bir ailede büyüdüyseniz bu durumu yaşama olasılığınız çok yüksek.
Bana gelince… Böyle bir aile yapısına sahip değildim ama iş ortamımda bu durumu çok yoğun bir şekilde hissediyordum. Başarıların dile getirilmediği başarısızlıkların dilden düşmediği o toksik ortamdan ayrılmaya karar verdiğimde özgüven ve öz değer becerilerimin neredeyse tamamını kaybetmiştim. Sanki o ana kadar yaptığım her şey şans eseri olmuş gibi düşünüyordum.
Ama oradan ayrıldıktan sonra, bir süre hiçbir şey yapmadım. Sadece durdum. Zihnimin, kalbimin toparlanması için kendime zaman verdim.
Ve sonra o iş yerinde çalıştığım süre boyunca yaptığım işleri yazdım.
Onları nasıl hazırladığımı, etkisini, sonuçlarını tek tek gözden geçirdim.
Elbette iş anlamında eksik olduğum, gözden kaçırdığım noktalar vardı. Ama kesinlikle bir “imposter(sahtekar) değildim. Sadece yanlış yerdeydim.
Ve üzerimde oluşturdukları “başka bir yerde çalışamazsın, seni bizden başka kimse kabul etmez “ algısından dolayı o toksik ortam bir şekilde konfor alanım olmuştu. Oradan ayrılırsam dünyam başıma yıkılacak gibi geliyordu. Bu ne kadar acınası bir durum, bir insan kendine bu şekilde hissettirilmesine nasıl izin verir?
Ama bazen hayata böyle zamanlar ve böyle insanlar da dahil olabiliyor. Önemli olan bu duyguları hissettiğimiz anda oradan uzaklaşmaya cesaret edebilmek, ortaya koyduğumuz işleri kanıtlarıyla birlikte incelemeli ve eğer varsa “hataların öğretici olduğunu” düşünmeli ama bunun tüm hayatımızı etkilemesine izin vermemeliyiz.
Şu anda geçmişten aldığım tecrübe ve derslerle yeni bir iş ortamındayım. Ne olacağını zaman gösterecek ama sınırların öneminin bilincinde olmak, bunu göz önünde bulundurarak ilişkiler kurmak birçok şeyi çok daha sağlıklı ilerletecek, buna eminim.
Herkese keyifli haftalar🧡
Sizi çok seviyorum, kendinize iyi bakın🌟
Öncelikle çok teşekkür ederim. Aile ve mükemmelliyetçilik… Aile insanın kanayan yarasıdır derler, bu söze önceden çok inanırdım. Ama yaş aldıkça hayata daha başka bir açıdan bakıyorsun, ki bakman gerekir. Yoksa ilerleyemiyorsun ve birilerinin seni kurtarmasını bekliyorsun. Ama kimse gelmeyecek. O yüzden tek beklentin kendinden olsun. Yaşam koçu değilim ben ama şunu çok iyi biliyorum; ailenle problemlerini çözsen bile arkadaşlıklarında, iş ortamında problemlerin devam edecek. (Ki tecrübeyle sabit) O yüzden bence önce ne istediğin konusunda net ol, sonra onun için bir adım at. Asla sonuca odaklanma, yolda olmanın keyfini çıkar. Çünkü asla net olmuyor hiç şey. Ve diğer insanlara kulağını tıka. Bu yalnızca senin hayatın.